Yasin Atlıoğlu*/ 9 Kasım 2008


2003’te başlayan Irak işgalinden bu yana birkaç kez İsrail Hava Kuvvetleri’nin saldırısına uğrayan Suriye toprakları, 27 Ekim’de ilk defa ABD Silahlı Kuvvetleri’nin doğrudan saldırısına hedef oldu. Saldırıda 8 sivil hayatını kaybetti. Suriye yönetimi, Irak sınırına 8 km. uzaktaki Ebu Kemal bölgesine yapılan Amerikan saldırısını sert bir dille eleştirdi ve Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim sivillere yönelik bu saldırının uluslararası hukukta terörizm olarak nitelendirildiğini belirtti. Suriye yönetimi, Şam’daki bir Amerikan okulu ile Amerikan kültür merkezinin kapatılmasına karar verdi. ABD’nin saldırısı Şam’da halkın katıldığı kalabalık bir sokak gösterisiyle protesto edildi.

Geçen hafta ise Suriye hükümeti, Şam’da bombalı bir araçla düzenlenen ve 17 kişinin ölümüyle sonuçlanan 27 Eylül saldırısının Lübnan’da faaliyet gösteren Feth-ül İslam Örgütü tarafından gerçekleştirildiğini açıkladı. Suriye Devlet Televizyonu eyleme katılan 11 Feth-ül İslam militanının itiraflarını yayınladı. İtirafların en dikkat çekici yönü, Feth-ül İslam Örgütü’nün Suudi Arabistan ve Hariri Ailesi tarafından desteklendiğine yönelik iddialardı. (1)

Bir zamanlar “Orta Doğu’nun en sert istihbarat devleti” ve “terör örgütlerinin destekçisi” olarak anılan Suriye’nin bu yılın başından beri içten ve dıştan birçok silahlı saldırıya maruz kalması, ülkenin ciddi güvenlik zafiyetlerini gözler önüne serdi. Son zamanlarda Suriyeli yetkililerin “Terörizm” gibi esnek kullanılabilen bir kavramı sık sık dile getirmeleri ise ABD eski Başkanı George W. Bush’un uluslararası literatüre kattığı Terörizme Karşı Küresel Savaş Stratejisi’ne Suriye’nin de kendi güvenlik algılamaları çerçevesinde ve kendi bakış açısıyla katıldığını düşündürmektedir.

Şam Saldırısı ve Suriye’nin Kamuoyu Diplomasisi
27 Eylül’de gerçekleşen saldırıda en az 200 kilo patlayıcı yüklü olduğu söylenen bir araç, Şam’da Suriye İstihbarat’ına ait bir binanın yakınlarında havaya uçurulmuştu. 17 kişinin öldüğü, 67 kişinin yaralandığı saldırı girişimi, 13 Mart 1986’dan beri Suriye topraklarında gerçekleşen en büyük bombalı eylem oldu.(2) Olaydan kısa bir süre sonra saldırıyı düzenleyen terörist hücreye mensup militanların yakalandığı Arap basınında iddia edilmişti. Fakat saldırıya ilişkin Suriye yönetiminden ilk ciddi açıklama 6 Kasım Perşembe akşamı yapıldı.

Suriye Devlet Televizyonu, 11 Feth-ül İslam militanın montajlanmış itiraf kasetlerini yayınladı. Militanlar Suriyeli, Filistinli, Lübnanlı ve Yemenli idi. Örgütün güvenliğinden sorumlu olduğu belirtilen Abdül Baki El Hüseyin, saldırıların sorumluluğunu kabul ederken saldırıların amacının Suriye hükümetine zarar vermek olduğunu söylüyordu. El Hüseyin, patlayıcıların Lübnan’dan getirildiğini, Ebu Ayşe adlı bir Suudi vatandaşının intihar bombacısı olarak kullanıldığını, bombalı aracın da Bağdat-Şam arasında çalışan Irak’a kayıtlı çalıntı bir taksi olduğunu açıkladı.(3) Görüntülerde yer alan militanlar arasında yer alan Vefa el Absi’nin ise örgütün lideri Şakir el Absi’nin kızı olduğu iddia edildi. Vefa el-Absi, örgütünün en önemli finansörlerinin Suudi vatandaşları (en önemlileri Ebu Ratac el-Suudi ve Ebu Yusuf el-Suudi) olduğunu söyledi. Vefa, Saad Hariri liderliğindeki Gelecek Hareketi (Tayyar el-Mustakbel)’nin Med-Bank(4) aracılığıyla örgüte para aktarıldığını sözlerine ekledi.(5) Suçlamaların doğrudan hedefi Lübnan’daki Batı yanlısı siyasi koalisyon olurken Suudi vatandaşlarının saldırılardaki rolünün dikkatle altı çizilmektedir.

Suriye Televizyonundaki itirafların ardından Lübnan’daki Batı yanlısı koalisyonun liderleri farklı şekillerde iddiaları yalanladı. Bununla birlikte Abdül Baki el-Hüseyin’in Şam’daki saldırının faillerinden biri olarak bahsettiği Ebu’l Abd olarak tanınan Halid el-Itır adlı terörist, 9 Kasım Cumartesi günü Lübnan Güvenlik Güçlerince Trablus’ta yakalandı.(6)

Suriye Devlet Televizyonu’nun yayınladığı itirafların gerçekliği konusunda başta Lübnan’daki Batı yanlılarından olmak üzere itirazlar olsa da bu eylemi Suriye hükümetinin önemli bir kamuoyu diplomasi olarak değerlendirebiliriz. Beşşar Esad döneminde Suriye yönetiminin bu tarz kamuoyu diplomasisini kullanmasına daha önce de şahit olduk. 2005 Aralık ayında Hariri suikastına yönelik Birleşmiş Milletler soruşturmasının Alman Savcı Detlev Mehlis başkanlığında sürdüğü ve Suriye’nin uluslararası manevra alanının oldukça daraldığı bir dönemde, Suriye hükümeti Savcı Mehlis’in en önemli tanığı olan el-Muhaberat eski görevlisi olduğu iddia edilen Hüssam Tahir Hüssam’ı Suriye Televizyonuna çıkarmıştı. Hüssam, kendisine Lübnan’da baskı ve işkence altında şahitlik yaptırıldığını ve Saad Hariri’nin kendisine Suriyeli yetkililer (özellikle Mahir Esad ve Asef Şevket) aleyhinde konuşması karşılığında 1 milyon 300 bin dolar teklif ettiğini söylemişti.(7)

Suriye Televizyonunda yayınlanan itiraflara tekrar dönecek olursak programda en dikkat çekici yönlerden biri, “terör” ve “terörist” kelimelerinin sıklıkla kullanılmasıdır. 2003’de başlayan Irak işgalinden önce ABD yönetimiyle El-Kaide örgütü hakkında ciddi istihbarat işbirliğine giren Suriye karar alıcılarının, ABD’nin kendilerine yönelik sertleşen politikasına karşı ve Lübnan’daki siyasi gelişmelere paralel olarak yeni bir “Terörizm” kavramı oluşturdukları anlaşılmaktadır. Bu bağlamda son 5 yıldır Suriye topraklarında eylem yapma kapasitesine sahip ve ideolojik dayanağını Sünni İslam’dan alan iki dinci örgütün ön plana çıktığını görüyoruz: Cund el-Şam ve Feth-ül İslam

Suriye’de Radikal Dinciliğin Tekrar Yükselişi: Cund el Şam

2000’li yıllarda Suriye’de faaliyet gösteren ilk radikal dinci silahlı örgüt Cund el-Şam. Bu örgütün ortaya çıkışı, Suriye’de 2004 yılında başlayan bir dizi şiddet eyleminin sonucu olmuştur. İlk olay 2004 Nisan ayında Şam’ın Mezze semtindeki Birleşmiş Milletler binasına yönelik saldırıdır. Suriye güvenlik güçlerince önlenen saldırıda 2 saldırgan, bir polis ve bir sivil kadın hayatını kaybetmişti. Bu olayın ardından bir yıl kadar sonra, Haziran 2005’te, Suriye otoriteleri Şam’daki Kasiyun Tepesi’nde bir grup teröristin yakalandığı açıklıyordu. Aynı yılın Temmuzun Şam’a yönelik saldırı hazırlığında oldukları belirtilen iki terörist ele geçirildi. Teröristlerin eylemi Suriyeli El-Kaide üyesi Ebu Musab El-Suri’ye(8) bağlı olduğuna inanılan Cund el Şam adına yapacakları açıklandı. Aynı yıl New York Times’a bir röportaj veren Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad, terör örgütünün Şam’daki Adalet Sarayını bombalamaya hazırlandığını söylüyordu.(9)

2 Haziran 2006’da Şam’ın merkezi sayılan Emevi Meydanı’nda Suriye Güvenlik Güçleri ile 4 saldırgan arasında çıkan çatışma Cund el-Şam örgütüne yeni bir boyut getirdi. Saldırı hazırlığında ele geçirilen dört teröristin üzerinden “Ebu Qaqa” lakaplı Mahmud el-Agasi’nin ABD düşmanlığını kışkırtan konuşmalarının yer aldığı CD’ler çıktı. CD’lerde Agasi, Ghuraba el-Şam adlı bir grubun bayrağı altında vaaz verirken görülüyor ve konuşmasında ateşli bir şekilde düşmanlara en sert cevabın verilmesinden bahsediyordu. Agasi’nin vaazlarında zaman zaman Suriye’de İslami temellere dayalı bir devlet kurulmasına da vurgu yaptığı gözlenmektedir. Emevi Meydanı’ndaki saldırı girişiminin ardından Agasi ile Cund el-Şam örgütü arasında yakın bağlantı olduğuna dair birçok iddia ortaya atıldı. 1973’de Kürt bir ailenin çocuğu olarak Halep’te dünyaya gelen, Şam Üniversitesi’nde İslam okuyan Karaçi’deki İslam Üniversitesi’nde yüksek lisans ve doktora yapan Agasi’ye asıl ününü kazandıran 2003’te başlayan Irak’taki ABD işgali oldu. Bu dönem ABD karşıtı söylemleriyle Suriye’de büyük bir popülarite kazanan Agasi kısa sürede önemli bir siyasi fenomen haline geldi. Agasi, vaazlarının kaydedildiği kaset ve CD’ler Suriye’nin birçok yerinde dağıttı. (10)

12 Eylül 2006 tarihinde Şam yeni bir saldırı girişimiyle sarsıldı. Bir grup saldırgan Şam’daki ABD Büyükelçiliği’ni hedef aldı. İki bombalı araçla gerçekleştirilmek istenen eylem, Suriye güvenlik güçlerince engellendi. Yine saldırının ardında Cund el-Şam’ın olduğu düşünüldü. Cund el-Şam’ın ortaya çıkışıyla, Beşşar Esad döneminde ilk defa ideolojisini Sünni İslama dayandıran dinci bir örgütün Suriye güvenliği için tehdit oluşturmaya başladığını söyleyebiliriz. Bu arada Mahmud el-Agasi’nin 28 Eylül 2007’de Halep’te Cuma Namazı çıkışı silahlı bir saldırgan tarafından öldürülmesinden sonra Cund el-Şam’ın 27 Eylül 2008’e kadar kayda değer bir eylem gerçekleştiremediğini sözlerimize ekleyelim.(11)

Gizemli Bir Terörist Örgüt: Feth-ül İslam

Hakkında birçok iddialar olan Feth-ül İslam hala gizemli bir örgüt. Uluslararası kamuoyunda el-Kaide’nin bir uzantısı olduğuna dair genel bir kanı yaygın. Örgüt, Usame bin Laden’den esinlendiği söylenen Şakir el-Absi adlı bir Filistinli tarafından Kasım 2006’da kuruldu. ABD ve İsrail’e karşı savaştığı iddia eden Absi, 1970’lerde Arafat’ın El-Fetih Hareketi’nin içinde yer aldı. El-Fetih’nin silahlı kanadına giren Absi, bir MIG pilotu olarak Libya Hava Kuvvetleri’ne Çad’la savaşında ve Arafat’ın bir savaşçı olarak Lübnan’daki İsrail işgaline karşı hizmet etti. 1980’lerin ortalarından itibaren Arafat’ın diplomasisini ve seküler milliyetçiliğini beğenmeyen Absi el-Fetih ile yollarını ayırdı.

Son yıllarda Ebu Musab el-Zarkavi’yle (Haziran 2006’da Irak’ta öldürüldü) yakınlaştığı iddia edilen Absi, 2002 yılında Laurence Foley adlı Amerikalı bir diplomatı öldürdüğü suçlamasıyla Ürdün’de gıyabında ölüm cezasına çarptırıldı. 2006 yılı sonunda Lübnan’a gelip mülteci kamplarına yerleşen Absi, Feth-ül İslam örgütünü faaliyete geçirdi. Örgüt Şubat 2007’de Lübnan’da gerçekleşen birkaç bombalı saldırıdan sorumlu tutuldu. ABD yönetimi örgütün Suriye tarafından desteklendiğini söylüyor. ABD’ye göre Suriye örgütü kullanarak Lübnan’daki güç dengeleri kendi lehine çevirmeye çalışıyor. Oysaki örgütün lideri Absi, yaklaşık 3 yıl Beşşar Esad yönetimi tarafından hapsedilmiş biri. Absi’nin Suriye’de aradığı desteği bulamadığı kesin. Yine Suriye’ye yakın olduğu düşünülen Hamas ve Hizbullah, Absi ile bağlantısını tamamen kesmiş durumda. Halbuki ideolojik dayanağını Sünni İslam’dan bulan radikal dinci bir grupla Suriye yönetiminin işbirliği yapmasının normal şartlarda zor bir olasılık. Bu tür gruplar Suriye rejimi için de büyük bir tehdit arz etmektedir.

Lübnan Ordusu, 2007 yılında Feth-ül İslam Örgütü’ne karşı bir dizi askeri operasyon gerçekleştirmişti. Lübnan’ın kuzeyindeki Nehr-el Berad Filistin mülteci kampında üstlendikleri belirlenen örgütle ordu arasındaki çatışmalar, Mayıs’tan Eylül sonuna kadar sürmüştü. Çatışmalar sona erdiğinde Lübnan Savunma Bakanı İlyas el-Murr, 222 Feth-ül İslam militanının öldüğünü, 202’sinin de tutuklandığını açıklamıştı. Ordu ise çatışmalarda 163 askerini kaybetmişti. Örgütün lideri Şakir el-Absi’nin ilk baştan öldüğün iddia edilse de sonradan bu haber yalanlandı. Lübnan Ordusu’nun yaptığı operasyonun ardından Absi ailesinin kadın fertleri, Ayn el-Hilve Filistin mülteci kampına yerleşmiştir. Absi’nin ise Lübnan’dan Irak’a kaçtığı iddia edilmektedir. Lübnan’ın Naharnet adlı internet sitesine göre Eylül ayında Şam’da gerçekleşen “İstikrar İçin Diyalog” zirvesi sırasında Suriyeli yetkililer Fransa Devlet Başkanı Nicolas Sarkozy’ye, Şakir el-Absi’nin ellerinde olduğunu bildirdi. Bu konuda Suriye tarafından resmi bir açıklama yapılmadı.

2007 yılındaki operasyonla Feth-ül İslam Örgütü’ne ciddi bir darbe indirse de örgütün kısa süre sonra tekrar Lübnan’da ve özellikle Filistin kampları içerisinde etkinliğini arttırdığı söylenebilir. Operasyonu yöneten Lübnan Ordusu komutanı Tuğgeneral Fransua el-Hac’ın 12 Aralık 2007’de Beyrut’ta meydana gelen bombalı saldırıda öldürülmesinin Fet-ül İslam’ın bir intikam saldırısı olduğunu iddia edenler bile vardır.(12) Yine 2008 yılının ikinci yarısında Trablus kentinde Suriye yanlısı Aleviler ile hükümet yanlısı Sünni gruplar arasında çıkan silahlı çatışmalar ilgiyi Lübnan’ın kuzeyine toplamayı başardı. Öyle ki Trablus ve çevresindeki şiddet olayları, üç dört ay içerisinde, Lübnan siyasetinin kırılgan istikrarını tehdit eden sıradan ve sürekli bir durum haline geldi. Bu çatışmalarda Suriye yanlılarına karşı savaşan Sünni grupların içerisinde aşırı dinci militanların sayıları ve etkinlikleri gün geçtikçe artmaktadır. Son aylarda Suudi Arabistan’ın desteklediği aşırı dinci gruplar (Selefi-Cihadistler) için Trablus öyle bir merkez haline gelmiştir ki şimdi Hizbullah’a karşı denge unsuru olarak kullanılan bu grupların uzun vadede Batı yanlısı hükümet için de bir tehdit olabileceği endişelerine yol açmaktadır.(13) Lübnan Güvenlik Güçleri de örgüte yönelik operasyonları devam etmektedir. Son olarak Abdül Hani Ali Cevher adında bir militan Trablus’ta 9’u asker 18 kişinin öldüğü patlamanın sorumlusu olarak yakalanmıştır. Erkek kardeşi Nehr-el Berad kampındaki çatışmalarda ölen Cevher’in kız kardeşinin evinde çok sayıda silah ve patlayıcı ele geçirildi.(14)

Sami Moubayed Asia Times’taki yazısında, Vefa el-Absi’nin Suriye Devlet Televizyonu’ndaki itiraflarının Seymour Hersh’in 2007 yılında Feth-ül İslam Örgütü hakkındaki iddialarını hatırlattığına dikkat çekiyor. Hersh, Feth-ül İslam örgütünün Lübnan’daki Şii Hizbullah örgütüne karşı denge sağlamak için ABD ve Suudi Arabistan tarafından desteklenen Sünni silahlı bir oluşum olduğunu dile getirmişti. Hersh göre, örgütün kuruluşu ve Lübnan’a girişini hazırlayan ve örtülü maddi desteği sağlayan ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı Elliot Abrams ile Suudi Arabistan’ın eski Washington büyükelçisi Prens Bandar bin Sultan’dı. Hersh, ABD yönetiminin Hizbullah tehdidine karşı aşırı İslamcı grupları desteklemeyi ilk başta göze aldığını, fakat ardından kendi yarattığı örgütü Lübnan ordusunu kullanarak tasfiye etmeye çalıştığını söylüyor.(15)

Sonuç

Gerek Cund el-Şam’ın, gerekse Feth-ül İslam’ın, ortaya çıkışına, gelişimine ve faaliyet alanlarına baktığımızda, bu oluşumların bölgede etkili olan devletler, çıkar grupları ve gizli servisler tarafından kullanılmaya müsait taşeron örgütler olma olasılıklarının yüksek olduğu söylenebilir. Suriye istihbaratının ülke içinde ve Lübnan’daki etkinliği göz önünde bulundurularak her iki örgütün lider kadrosunun Suriye tarafından başlangıçta kontrol altında tutulmuş veya yönlendirilmiş olması olasılık dâhilindedir. Bununla birlikte 2005 yılından Lübnan’da yaşanan gelişmelerin ardından her iki örgütünde Suriye’ye zarar verici bir eylem stratejisi izledikleri görülmektedir. Diğer yandan her iki örgütünde insan kaynağı olarak Orta Doğu’daki iki kriz alanı olan Filistin ve Irak’tan Lübnan ve Suriye’ye göç etmek zorunda kalan mültecilerden beslendiğini de unutmamalıyız. Lübnan’daki mülteci kamplarında 500 bine yakın Filistinli zor yaşam ve barınma şartlar altında yaşıyor. Irak işgali sonrası Suriye’ye sığınan 1 milyondan fazla Iraklı mülteci de Şam’ın kenar mahallelerinde yaşamakta. Şam’daki Iraklıların durumu Lübnan’daki Filistinlilerle aynı. Gelecek konusunda umutları tükenen ve vatanlarının uzağında bulunan bu mültecileri dini duyguları ve ABD’nin bölgedeki şiddet dolu politikalarını kullanarak terörizmin içerisine çekmek çok da zor görünmemekte.

Sonuç olarak 2008 yılı boyunca Suriye’ye içten ve dıştan yönelen doğrudan tehditler, ülkedeki siyasi istikrarı ve toplumsal huzuru ciddi bir şekilde rahatsız etmektedir. Özellikle ülke içerisinde ideolojik dayanağını Sünni İslam’dan bulan radikal dinci hareketlerin yükselmesi, Suriye’nin laik siyasal ve toplumsal sistemini ve Nusayri azınlığın sahip olduğu siyasi ve ekonomik ayrıcalıklar üzerinde duran iktidar yapılanmasını tehdit edecektir. Tabii Cund el Şam ve Feth-ül İslam örgütlerinin Suriye’de geniş bir kitle desteğine sahip olduğu söylenemez. Yine de güvenlik kaygıları Suriye yönetimini günün şartlarına uygun önemler almaya itmektedir. Hafız Esad döneminde terörizmi uluslararası rakiplerine yönelik bir dış politika aracı olarak destekleyen Suriye yönetimi, Beşşar Esad döneminde kendine yönelik saldırıları terörizm olarak adlandırarak meşru müdafaa hakkını kullandığını göstermeye ve Lübnan’daki şiddet olaylarından dolayı kendine yönelen eleştirilere ve baskılara karşı diplomatik ve psikolojik bir taarruz yapma çabasındadır.

(*) Yasin Atlıoğlu, Doktora Öğrencisi, M.Ü. Ortadoğu Araştırmaları Enstitüsü

Kaynakça:

(1) “Syria says Fatah al-Islam group behind bombing”, Reuters, 6 Kasım 2008; “Syria airs car bomb ‘confessions’”, BBC News, 7 Kasım 2008
(2) “Syria blames bombing on militants”, BBC News, 29 Eylül 2008
(3) “Syrian TV airs ‘blast confessions’”, Al-Jazeera, 7 Kasım 2008
(4) Med-Bank’ın Başkanı ve Genel Müdürü Ahmet Muhammed Muhtar Hariri’dir.
(5) “The Perpetrators of the Terrorist Act at Kazaz Belong to Fatah al-Islam terrorist Group which has a link with Qaeda Organization”, SANA, 7 Kasım 2008
(6) “Abul Abed Arrested in Connection to Syrian TV Confessions”, Naharnet, 9 Kasım 2008
(7) Yasin Atlıoğlu, “İkinci Mehlis Raporu Ne Getirdi?”, Stratejik Yorum, TASAM Web Sitesi, 19 Aralık 2005
(8) Ebu Musab El Suri’nin El-Kaide lideri Ebu Musab Zerkavi’nin sağ kolu Suriyeli Mustafa Setmariam Nasır’ın olduğu sanılıyor. Suriye Müslüman Kardeşleri’nin eski üyesi. “Ebu Musab El Suri” takma isimini kullanan Nasır, Madrid ve Londra Saldırılarını planlamakla suçlanıyor. Görünüş itibariyle bir Arap’a benzemeyen Nasır’ın, Afganistan’da eğitim gördüğü sırada, Usame bin Ladin’le yakın ilişkiler kurduğu belirtiliyor. Detaylı bilgi için bkz. Murad Al-Shishani, “Abu Mus’ab al-Suri and the Third Generation of Salafi-Jihadists”, Terrorism Monitor, C: 3, Sayı: 16, 11 Ağustos 2005
(9) Sami Moubayed, “Terror within Syria” Al- Ahram, 8–16 Haziran 2006
(10) Sami Moubayed, “Syria’s Abu al-Qaqa: Authentic Jihadist or Imposter?”, Terrorism Monitor, C: 3, Sayı: 25, 27 Haziran 2006; Nicholas Blanford, “In Secular Syria, an Islamic Revival,” Christian Science Monitor, 3 Ekim 2003
(11) “Fatah al-Islam’s Godfather Assassinated in Syria”, Naharnet, 29 Eylül 2007
(12) Yasin Atlıoğlu, “Fransua el-Hac Suikastı”, Stratejik Yorum”, TASAM Web Sitesi, 14 Aralık 2007
(13) “Jihadist blowback?”, The Economist, 2 Ekim 2008
(14) “Key ‘terrorist cell’ figure still at large”, The Los Angeles Times, 16 Ekim 2008
(15) Sami Moubayed, “Syrians stare terror in the face”, Asia Times, 7 Kasım 2008

 

Not: Bu makale TASAM’ın internet sitesindeki Stratejik Yorum bölümünde yayınlanmıştır.